.
İÇERİK  
  HİZMETÇİLER
  SAHNELEME METNİ
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  JEAN GENET
  SARTRE'DAN (ing)
  Oyun kişisini tanımak, anlamak
  SUÇLU OLMAYA DOĞMAK-SUÇLU OLMAYA CESARET EDEBİLMEK ...
  "HİZMETÇİLER"İN KRİMİNAL TARİHİ
  BILBOQUET
  PAPIN SISTERS
  HİZMETÇİLER-inceleme
  JEAN GENET’E JERRY TARTAGLIA’DAN DOKUNMAK
  VAROLUŞÇULUK
  GİYSİNİN YOK ETTİĞİ BEDEN
  GELENEKSEL TİYATRO VE UYUMSUZLUK TİYATROSU
  LANETİYLE AZİZLEŞMİŞ İNSAN
  EDEBİYAT İLE FELSEFE İLİŞKİSİ ÜZERİNE
  MERAKLISINA GÖRSELLER
  REFAKATLİ İNTİHARLAR
  GARDENAL
  THE UNKNOWN ROLE OF MADAME IN GENET'S LES BONNES
  ÇİFTE DELİLİK-MACBETH VE HİZMETÇİLER
  İNTİHAR
  CİNAYET
  MOTIVES of PARANOIAC CRIME
  SUÇ KAVRAMININ MENŞEİ VE GELİŞMESİ
  SUÇ VE KADIN
VAROLUŞÇULUK

Alm. Existenzialismus, Fr. existentialisme, İng. existentialism

Varoluşçuluk

Varoluşçuluk
Varoluşçuluk 19. Yüzyılın ikinci yarısında temelleri atılan ve  20.yüzyıl içersinde önemli ölçüde  taraftar bulan bir felsefe akımıdır.Bireysel varoluş,özgürlük ve seçim yapabilme kudreti gibi temel varoluşçu esaslar çerçevesinde eser vermiş pek çok yazarın ortak çabalarının bir ürünü gibi görülebilir.Bununla birlikte bu kategoriye dahil edilen pek çok düşünürün, Heidegger örneğinde görüldüğü üzere “varoluşçu” oldukları şeklindeki düşüncelere açıkça karşı çıktıkları da görülmüştür.Varoluşçu yazarlar düşüncelerini açıklarken sistematik bir yöntem takip etmezler.Felsefelerini aforizmalar,meseller,manzum eserler, roman veya tiyatro oyunları gibi sanat eserleri aracılığıyla  ortaya koymuşlardır.

Varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad. Danimarkalı düşünür Kierkegaard'ın büyük ölçüde başlattığı, aynı zamanda felsefenin öteden beri ele aldığı sorunları kökten yenilemeye çalışan, günümüz Avrupa'sının bir çok düşünürünün yaşattığı akım. //

Varoluş felsefesinde, varlık sorunu insan olma sorunuyla bir bağlantı içine getirilir; bunun yanında felsefe yapmanın kaynağı olarak insan, varoluşu, sonluluğu, zamana bağlı oluşu ve tarihselliği içinde, yeni-bir düşünme tutumu ile ele alınır; özellikle insan varoluşunun anlamı söz konusudur. Varoluşçuluk dünyada bulunan insan varoluşundan kalkarak onu kendine yabancılaşmadan kurtarmayı ister; özgürlüğü içinde insanın varoluşu ve insanın kendini ger. çekleştirmesi söz konusudur bu felsefede.

1- Fransa'da bir felsefe - edebiyat akımı olarak biçim almıştır. Başlıca temsilcisi J. P. Sartre'a göre: "Varoluş özden önce gelir." ve her bir kimseye bir öz kazandırmayı sağlayacak özgürlükle özdeştir; "İnsan ne ise o değildir, ne olmuşsa odur." İnsan kendini kendi yapar, daha önce kazandığı bazı belirlenimlerin elverdiği ölçüde kendine biçim verir, kendini oluşturur.

(Fransa'da başka temsilcileri: A, Camus, Merlaeu-Ponty, Simone de Beauvoir); Hıristiyan varoluşçuluğun başlıca temsilcisi: Gabriel Marcel.

2- Almanya'daki başlıca temsilcileri: Martin Heidegger ve Karl Jaspers. Heidegger'e göre "İnsanın özü varoluşundadır." yani "dünyada-olma"sındadır. Yalnızca insan "gerçek varoluş"tur. Çünkü yalnız insan var olanın (kendisinin) sınırlarını aşıp varlığa adım atabilir. Yalnız insan var olan olarak kalmaz, kendini var olan olarak anlayabilir: bütün öteki şeyleri anlayabilmesinin temeli de budur. Böyle olunca varlıkbilim bütün öteki bilimlerin dayanağıdır; Heidegger ağırlık özeği ahlak felsefesi ve insanbilim ile ilgili sorunlar olan her varoluşçu felsefenin karşısına bilinçli olarak bir varoluşçu varlıkbilim koymak ister; böylece varlığı var- oluşta arayarak felsefenin temel sorunu olan varlık felsefesine dönmüş olur. Varlığın (Sein) araştırılması gereken yer varoluştur (Existenz). İnsanın özü varoluşunda olduğuna göre, varoluştan kalkarak varlık sorusu yeniden düzenlenmelidir.

Ancak Heidegger bir varlıkbilim değil de, yalnızca ilerideki evrenşel varlıkbilime olanak sağlayacak bir hazırlık olmak üzere bir "temel varlıkbilim" (Fundamentalontologie) kurmak ister. Varoluş (Existenz) de Heidegger'e göre:İnsanın varlık sorusunu sormakla doğrudan doğruya bir bağlantı kurduğu kendi varlığıdır.

Buna karşılık Jaspers, her varlıkbilimde, varoluşsal olanın bir katılaşması ve yozlaşması tehlikesini görür; onun yöntemi varoluşu açma, aydınlığa çıkarma ( varoluş aydınlanması) yöntemidir; ama, kendi felsefesinin salt bir varoluş felsefesi olduğunu ileri sürmekle birlikte, kendisi de bilincin ötesine geçen (transsendens) bir fizikötesine yönelişiyle varoluş felsefesinin dışına çıkar.
 


Varoluşçuluğun sistematik olamayan yapısı terimin açık bir tanımını yapmaya müsaade etmiyor.Ancak değişik yazarlarca ele alınan  temaların  birbirine benzer olanları  seçildiğinde varoluşçuluğun ana hatları anlaşılabilir.
Bu temalara bakalım:

  1. Bireysel ahlak anlayışı: Varoluşçuluk(existentialism) terimini ortaya koyan ilk filozof Kierkegaard olmuştu. Kierkegaard yazılarında, doğru ve yanlışın ayırt edilebileceği rasyonel (akılcı) ve objektif(tarafsız-nesnel) hiçbir normun olmadığını vurguluyordu. Birey için en yüksek iyi  hayatını adayabileceği , uğrunda ölebileceği kendi doğrusunu arayıp bulmaktan geçiyordu. Kierkegaard dini bütün bir Protestan olmasına rağmen Danimarka kilisesi ile savunduğu bireyci ahlak anlayışı ve otorite karşıtı tavrı ile karşı karşıya geldi.Toplum tarafından benimsenen ahlaki normların sıradan bir takipçisi olan birey Kierkegaard’tan sonra Nietzsche tarafından da ağır biçimde eleştirildi. Nietzsche ; "merhamet , yardım ve koşulsuz sevgi" temaları etrafında şekillenen Hıristiyan ve Musevi ahlak anlayışının, "iktidarın" soylu ve kudretli olanların elinden güçsüz ve aciz insanlarca alınmak üzere tasarımlandığını savladı..Nietzsche'nin yapıtlarında “sürü ahlakı” olarak nitelediği Musevi ve Hıristiyan ahlakını  acımasızca eleştirildiği görülür
    Fransız filozof J.P. Sartre ise 20. Yüzyılın ikinci yarısında başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerinde geçerli “burjuva ahlakına” bireyin kendi doğrusunu bulma, seçme özgürlüğünü kısıtladığı, dürüst ve otantik ilişkiler kurmaya  imkan vermediği gerekçesiyle karşı çıkıyordu.
  2. Özgür seçim: Varoluşçuluğun esasları arasında ön sıralarda görünen bir tema özgür seçimdir.İnsan bir boşluğa atılmıştır,çevresi belirsizlikle çevrilidir.Akılcı ve objektif değerlendirme yapabileceği bir dünya değildir burası.Olsa olsa “saçma” bir dünyadır.Ama yine de ölüme kadar,o son nihai noktaya erişinceye kadar yaşamak ve seçmek zorundadır.Seçimleri insana bir “öz” verecektir.İnsan özgür iradesiyle yaptığı seçimler sonucu kendisini yaratacaktır.Sartre’nin ünlü söz “varoluş özden önce gelir” şeklindedir.Bu ifade geleneksel felsefe ile varoluşçu felsefe arasındaki yol ayrımına işaret etmektedir. Geleneksel felsefede öz önce gelir.  Geleneksel(Platoncu/idealist) felsefeye göre örneğin bir masanın bir özü vardır. Masa türlü biçimlerde ve türlü maddelerden yapılmış da olsa özünde bir masadır. Zihindeki masa imgesi masa nesnesini önceller.Oysa insan söz konusu olduğunda  durum böyle değildir.Birey doğuştanbir öze sahip değildir.Sadece doğumuyla vardır,var olmuştur.Ama zamanla yaptığı seçimler ile  yarattığı  emsalsiz insan sayesinde özünü kişiliğini bulacak ve  kendisini gerçek anlamda yaratacaktır. Özgür seçim mutlak sorumluluğu da beraberinde getirir.Sartre, insanın özgür iradesini kullanamayışını,kendi doğru ve yanlışının peşine düşemeyip toplumun değer yargılarına yaslanan "otantik olmayan"  bir yaşam sürüşünü  “kötü inanç” olarak nitelendirmiştir.
    Sartre’nin bir süre Freud okuyup oldukça etkilendiğini biliyoruz.Filozofun bir süre sonra Freud ve öğretisinden uzaklaşmasının sebebi Freud’un bilinçdışı belirlenimciliğe  verdiği önemdir.Bilinçdışı belirlenimcilikten (determinizm) bahseden psikanaliz,Sartre’nin kuramını üzerine oturttuğu açık bilince ve özgür seçime imkan vermediği için dışlanmış görünüyor.
  3. Öznellik savunusu (subjectivity):Bireyin varoluşu içerisinde diğerlerinden farklılığını ve biricikliğini savunur ; akılcı ,dizgeci yöntemlerle  bireysel varoluşun ve onun kendine özgü deneyiminin  izah edilemeyeceğini vurgular.
  4. İç daralması(Angst): “İç daralması, kaygı, bunaltı, titreme, ürperti, boğuntu, bulantı ya da can sıkıntısı” şeklindeki terimlerden birisine  varoluşçu eserlerde sıklıkla  rastlanır. İnsan varoluşundan dolayın belli korku ve kaygılar hisseder.Kierkegaard , Danimarkacadan İngilizceye “dread” sözcüğüyle çevrilen  bu korkunun kaynağının bireyin dünyanın kesinlik arz etmeyen (olumsal) tabiatını idrak edişinden geldiğini ve tanrının tam da bu korku yardımıyla her bireyi kendine ait bir değer sistemi ve yol belirlemeye çağırdığını söylemişti. Heidegger tarafından kullanılan  Almanca kaygı anlamına gelen “angst”   terimi , insanın karşı karşıya bulunduğu   “hiçliği” idrak etmesinden ve  yaptığı seçimlerin doğruluğu adına  başvurabileceği nihai bir referans noktasından yoksun bulunmasından doğan bunaltıyı anlatır.İnsan sürekli karar vermesi gereken durumlarla karşı karşıya gelmektedir.Eğer kararlarını verirken sırtını dayayabileceği bir dayanak noktası yoksa yaşamını şekillendirmenin ağır sorumluluğu altında “bunaltı” yaşaması kaçınılmazdır.Sartre, -varoluşçuluğun fikir babalarından Husserl’in görüngübiliminden aldığı ilhamla- bulantı (nasue) ismindeki romanında doğaya ait tüm varsayımlarını  “paranteze”  alan  bireyin fizik dünyanın belirsizliği ve olumsallığı karşısında   yaşadığı derin “bulantı” duygusunu anlatır. Sartre’nin Roquentin’i romanda karşılaştığı dev kestane ağacının kökleri tüm garabeti ve belirsizliği ile gözleri önünde canlandığında şaşırır ve bulantıyla sarsılır. Bu devasa ağacın kökleri bilindik anlamıyla bakılmadığında varoluşun doğasına dair olağandışı bir manzara sunmaktadır.
  5. Usdışı-anlamsız-saçma-belirsiz: Evren varoluşçu yazarlara göre usdışı,anlamsız ve saçmadır.Evrene anlam veren hep insan olmuştur. Varoluşçu literatürde böylesi sözcüklerin sıkça geçmesi , varoluşçuluğun  “insanlık durumu hakkında” olumsuz ve kötümser bir görüşe sahip  olduğu iddialarına sebeb olmuştur. Sartre , Nietzsche ile birlikte varoluşçuluğun tanrıtanımaz kanadını temsil eder.Buber,Marcel,Pascal ve Kierkegaard farklı mezheplerde de olsalar koyu dindar varoluşçulardır. Saçma,belirsizlik, korku ve kaygı gibi terimlerin sık kullanılması, Nietzsche gibi tanrıtanımaz varoluşçuların nihilistik (hiççi) duruşu de dikkate alındığında varoluşçuluğun yıkıcı  bir felsefe olduğunu düşündürmüş ve kimilerince neredeyse bir intihar felsefesi olarak addedilmiştir.Bu tezi çürütmek üzere Sartre yazdığı “Varoluşçuluk Bir Humanizmadır(insancılıktır)” isimli denemesinde, karamsar gibi görünen tüm sözcüklere rağmen insan ve onun deneyimlediği dünyanın varoluşçu çözümlemesinin yalnızca  “hümanist” (insancıl) amaçlarla yapıldığının altını çizmeye çalışmıştır.Varoluş insana “kendini nasıl yapmayı istiyorsa öyle yapması için” bir davet sunar.İnsan koşulsuz bir özgürlükle işe koyulurken yaptıklarının tüm sorumluluğunu da üzerine alır.
    Evren akıl ile bağdaşmayan “saçma” bir dizgedir,insanın önünde nihai bir hedef de bulunmaz ancak her şeye rağmen  yaşamak durumunda olan insan eylemleri ile sürekli “seçer”.Bu seçimler ister istemez ile insan denen varlığın özünü yaratacaktır.İşte varoluşçuluk Sartre’ye göre , karamsar gibi görünse de insanın karşı karşıya bulunduğu durumu ve varoluşun her tarafına yayılan “saçma”nın içinde barındırdığı yaratıcı hareket noktasını göstermekle hümanist bir  yaklaşım sergilemektedir.Fransız yazar Albert Camus (1913-1960) ise Sartre ile pek çok konuda anlaşır görünür.Anlaşamadığı nokta ise Sartre’nin tersine böylesine “saçma” (absurd) bir dünyada başlangıçta bir anlama sahip olmayan insanın sonradan da kendisine özgü bir anlam yaratmasının  mümkün olmayacağına ilişkin fikridir.
  6. Fırlatılmışlık, varolmayı unutma ve otantik varoluş hali: Bu söz Alman düşünür Martin Heidegger’e (1889-1976) aittir.İnsan bu dünyaya ne tanrının ne de kendi bilgisi ve isteğiyle gelmiştir.İnsan varoluş nedeninin asla bilemez.Bildiği tek şey bu dünyaya,”hiçliğe” öylesine atılmış, bırakılmış,  fırlatılmış olduğudur.Heidegger ünlü eseri “varlık ve zaman” da varoluş ve varlığı birbirinden ayırır.Varoluş çıplak haliyle ne’liği ile orada bulunandır,durandır (das) .İnsan ise sadece orada bulunandan fazla bir şeydir, zamana karşı duran ,ölüm bilgisini taşıyan , oluş içerisinde olandır.(sein) “Dasein” kavramı ile Heidegger insanın  bu ikili varoluş halinde dikkati çeker. Varlık ise varolanın arkasında durur, kendisini hissettirir ama asla ele geçirilmez. Varolanın varoluş gerekçesidir. Metafizik hep varlık nedir diye sormuş ama cevap olarak karşısında daima bir varolan bulmuştur.Varlığın ne olduğuna dair soruya Heidegger için verilecek bir cevap yoktur.
    Heidegger  “dasein”in varoluşunun en temel karakteri “zamansal” oluşudur. Bu terim kronolojik bir mana ifade etmez. İfade ettiği anlam onun ölümlü oluşudur. “Dasein ” ölümlü olduğu bilgisine sahiptir ve dahası bu durum  saf bir bilginin ötesinde şeyler ifade eder. Ölüm onun zamansal varoluşuna dahildir, onun  bir parçasıdır.Bir hiçlik üzerine fırlatılmışlık ve ölümlülük farkına varıldığında bunaltı yaratır.Ama bunaltı (anksiyete) sayesinde insan ölümlülüğünü ve boşunalığını idrak eder.Varoluş bunaltısı insanı otantik varoluşuna davet eder.Sınır deneyimlerde ve  yaşamsal kararlarda ortaya çıkar.İnsan ya bu çağrıyı duyar ve varoluş gerçeğini hatırlar ya da bir sonraki çağrıya kadar yüzünü çağrıdan çevirir ve dürüst olmayan bir hayat sürdürmeye devam eder.
    Heidegger’e göre ölüm fikri insanı işte böyle korur.O, kendi kişisel ölümümüzün farkında olmanın bizi bir varoluş şeklinden daha yüksek olana geçmeye sevkettiği şeklindeki önemli kavrayışa varmıştı.
    Heidegger dünyada iki türlü temel varoluş şekli bulunduğuna inanır.
    (1)Varolmayı unutma/oyalanma durumu
    Bir kişi varolmayı unutma durumunda yaşıyorsa madde dünyasında yaşayıp kendisini sıradan hayat oyalamalarına kaptırmıştır. Hayat türlü oyalamalarla ona ölümü “sanki” unutturmuştur.Kişinin bu oyalamalar içerisinde düzeyi düşer,kendisini boş gevezeliğe kaptırır,"onların" içinde kaybolur.Kendini sıradan dünyaya,işlerin gidiş şekliyle ilgili kaygılara teslim etmiştir.
    (2)Varolmayı düşünme/otantik varoluş durumunda, insan işlerin gidişine değil,oluşunu idrak eder ve  hayran olur.Bu tarzda varolmak devamlı olarak varolduğunun farkında olmak demektir.”Ontolojik tarz” olarak söz edilen bu durumda kişi varolmayı düşünür,sadece varolmanın kırılganlığını değil sorumluluğunu da düşünür.İnsan yalnızca bu ontolojik tarzda kendilik yaratısıyla ilişkide olduğu için kendini değiştirme gücünü de burada kavrayabilir.

    “Dil varlığın evidir”..Bu sözle Heidegger ne demek istemiştir?Heidegger varolanın düşüncesinin varlığa , insanın özüne uzanan bir el olduğunu söyler.Düşünce ise ancak dilin sağladığı bir düzlemde varlığın sesini duyabilir , yazgısını anlar ve onunla bir olabilir.

    Heidegger’in Platon ile başlayan batı metafizik düşüncesine karşı çıktığını ve varolan ile varlık,hakikat ile hakikat olmayan,düşünce ile yaşam arasındaki kopmanın,ayrılığın paltoncu yanlış felsefe geleneğinin bir sonucu olduğunu düşündüğünü ekleyelim.Yunan felsefesinin bir döneminde hakikat varlığın açıklaşması,üzerindeki örtünün çekilmesi idi.Ancak  Platon ile birlikte hakikat en yüksek idea olarak kabul edilerek, doğru olanın peşinde gitme, akılcılaşma ve özgürleşme şeklinde alındı.İşte batı metafiziğinin varlığı unutuşu böyle başladı Heideggere’e göre…

 

HAKKINDA  
 

HİZMETÇİLER


CLAIRE : SELİN TÜRKMEN

SOLANGE : BERNA ADIGÜZEL 

HANIMEFENDİ : ÖZGE O'NEILL 
 
_________________________

Yazan: Jean GENET

Çeviren: Salah BİRSEL 

Ortak Reji Çalışması

Dramaturg: Sinem ÖZLEK

Dekor: Cihan AŞAR

Kostüm: Onur UĞURLU

Işık: Murat İŞÇİ

Müzik: UTKU AKINCI


Süpervizör: Engin ALKAN
_________________________


 İLK GÖSTERİM: 21 EKİM 2009  



 
İLETİŞİM  
 
 
Bugün 9 ziyaretçi (14 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol