.
İÇERİK  
  HİZMETÇİLER
  SAHNELEME METNİ
  KAYNAK KULLANIMI HAKKINDA
  JEAN GENET
  SARTRE'DAN (ing)
  Oyun kişisini tanımak, anlamak
  SUÇLU OLMAYA DOĞMAK-SUÇLU OLMAYA CESARET EDEBİLMEK ...
  "HİZMETÇİLER"İN KRİMİNAL TARİHİ
  BILBOQUET
  PAPIN SISTERS
  HİZMETÇİLER-inceleme
  JEAN GENET’E JERRY TARTAGLIA’DAN DOKUNMAK
  VAROLUŞÇULUK
  GİYSİNİN YOK ETTİĞİ BEDEN
  GELENEKSEL TİYATRO VE UYUMSUZLUK TİYATROSU
  LANETİYLE AZİZLEŞMİŞ İNSAN
  EDEBİYAT İLE FELSEFE İLİŞKİSİ ÜZERİNE
  MERAKLISINA GÖRSELLER
  REFAKATLİ İNTİHARLAR
  GARDENAL
  THE UNKNOWN ROLE OF MADAME IN GENET'S LES BONNES
  ÇİFTE DELİLİK-MACBETH VE HİZMETÇİLER
  İNTİHAR
  CİNAYET
  MOTIVES of PARANOIAC CRIME
  SUÇ KAVRAMININ MENŞEİ VE GELİŞMESİ
  SUÇ VE KADIN
CİNAYET

 

Zehirle işlenen cinayetler

'Ortaçağda Zehir ve Cinayet'te, Batı dünyasının zehir ile olan münasebeti inceleniyor

 KAYNAK: RADİKAL 24/03/2006

TUĞBA BENLİ ÖZENÇ (Arşivi)

Tarih boyunca 'zehir içenler' ve zehirleyicileri hep vardı. Bitkiler, kimyasallar, mineral zehirler; lekeli baldıran, su baldıranı, kurtboğan, güzelavrat otu, tatula, akrep, karakurbağası, yılan, cıva, cıva sülfür, arsenik ve daha pek çok şey dünyevi bir tadın ardında gizlenmişlerdi. Ancak modern tıbbın kurucusu kabul edilen Paracelsus'un ünlü deyişini tarih doğruladı: "Tüm maddeler zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozdur."
Bir zamanlar arsenik, lösemi tedavisinde kullanılmıştı -aynı zamanda Napolyon'un esrarlı ölümünün altında yatan sebep olduğu da ispat edilmeye çalışılmıştı. Frengi hastalığı için ilk tedavi yöntemlerinden biri cıvaydı. Ancak, zehirle cinayet işlemek tarihin tozlu sayfalarında kalmış eski bir yöntem değil. Yakın dönemde içine bir düzenek yerleştirilmiş kara bir şemsiye, bir gizli servis ajanı tarafından kullanıldı. Şemsiyenin sivri ucundan bedene zerk edilen zehir risin adını taşıyordu. Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko'nun dioksinle zehirlendiği biliniyordu. Hatırlarsak, Turgut Özal'ın da zehirlendiği yönünde iddialar öne sürülmüştü. Tarih, buna benzer olaylarla doludur.

Ortaçağ'da kullanılan yöntem
Etrafı garip ve muğlak öyküler, iddialar, söylentiler ve kadim bir sisle kaplı olsa da zehir, somut gerçeklerin ışığında en çok Roma ve Rönesans dönemiyle anılır. Ancak bu anlamda Ortaçağ ihmal edilmiş, 'zehirleme fiilinden azade' kılınmıştır. Buradan, tarihin dönemlerinin birbirinden kopuk adacıklar şeklinde algılandığı anlaşılmamalıdır. Franck Collard'ın Ortaçağda Zehir ve Cinayet adlı kitabı, bu bin yıllık dönemde Batı dünyasının zehir ile münasebetini, 'deneme' diye adlandırdığı çetin bir araştırma ile ortaya koymakta. Collard, "Diğer dönemler ve/veya bu konuda iyice incelenmiş diğer alanların aksine Ortaçağ Batı dünyasında zehir suçunun tarih yazıcılığı çok zayıftır." derken aslında ender de olsa tarih araştırmaları içinde yer alan zehri göz ardı etmemektedir. Kitap, temel olarak 'zehir vasıtasıyla işlenen cürümleri içermekte'. Bu temelden fazla sapmadan 'tasarlayarak adam öldürmenin bir çeşidini teşkil eden zehirleme, Ortaçağ'da hangi şartlar altında ve nasıl algılanıyordu sorusunun yanıtları, suçun/cinayetin bir vaka ve hukuki kavram olarak ele alınmasıyla bulunmaya çalışılmaktadır. Böylelikle adli ve öyküsel kaynaklarda taranan 'gizli' öldürme yönteminin sayısal olarak ortaya konmasındaki zorluklara rağmen, kendini gösterir.

Simya ve büyünün vatanı
Kitaba göre, sonuçları çoğu zaman ölümcül olan, doğal yoldan ve daha çok insan eliyle hazırlanan zehir (malzeme ve fikri bakımdan, belki biraz da sıradanlaşmayla) Ortaçağ'ın sonlarında artış gösterir. Bununla birlikte panzehir üretme çabalarının da artmasıyla, zenginleşen zehir pazarı karmaşık bir hâl alır. Bu çerçevede Ortaçağ Batı dünyası, Doğu topraklarını ve özellikle İtalyan yarımadası, 'simya ve büyünün (Toledo sanatı) vatanı olmasıyla meşhur' İspanya'yı da zehir merkezi olarak görmektedir.
Toplumun en altından en üstüne birleşenler; zehirleyenler ve zehirlenenler; soylular, ruhban sınıfı, halktan insanlar, eczacılar, hekimler, simyacılar, 'zehir imal edip satan pratisyenler' kendi cephelerinden ve aile, iş ilişkileri, iktidarlararası ilişkileri olmak üzere değişen tüm şartların etkilenimlerinde zehir geniş bir şekilde ele alınır.
Kitapta, zehrin Ortaçağ boyunca hile ve kurnazlıkla tasarlanarak işlenen cinayet aracı olarak ele alınması; 'aniden gelişen bir şiddet fiili' ya da çokça kan dökülerek -ki kan eski toplumlarda cinayeti somutlaştırmaktadır- acımasızca işlenen cinayetlere nazaran 'iğrenç bir suç fiili' olarak kabul edilme sürecini belirleyen her şeyi ayrıntılı olarak ele alır. Bunu, zehir suçunun takibatı ve cezalandırılması, günümüze kadar uzanan zehir suçlayıcılığının kapsamlı bir şekilde işlendiği bölümler izlemektedir. Kitabın sonunda ise tüm başlıkları derleyip toparlayan bir sonuç bölümü bulunmaktadır.

AYRICA BKZ:  ORTAÇAĞDA ZEHİR VE CİNAYET
Franck Collard, Çeviren: Mustafa Daş, Yeditepe Yayınevi, 2006, 413 sayfa, 17 YTL.

 

 

 

KUSURSUZ CİNAYET MÜMKÜN MÜ

Kaynak: http://www.ntvmsnbc.com/id/25003713/#storyContinued

Katilin sırra kadem bastığı ya da biz bilsek bile takipçilerinin hiç bir şekilde katili tepeleyemediği ‘kusursuz’ cinayet vakaları özellikle polisiye edebiyatın ve sinemanın en sevdiği motiflerden.

Teknoloji ve bilim ilerledikçe deneyimli ya da potansiyel katiller gerçek hayatta da daha yaratıcı silahlar ve yöntemler elbette geliştirdi, ama becerileri henüz kurgulanmış muadillerinin becerilerine ulaşamadı. Çünkü çoğu katil, onu kolayca ele verebilecek çok basit ipuçlarından tamamen habersizdir.

Peki edebiyatta yazarın kolayca kaçmasına izin verdiği bu ‘süper zeki’ katiller, gerçek hayatta olur mu? Gerçek dünyada ‘kusursuz’ cinayet işlemek ve katilin paçayı kurtarması mümkün mü?

YATIŞ AÇISI BİLE BİR İPUCU
Bir cinayete kaza süsü vermeye çalışmak en eski yöntemlerden. Ancak bir patolojist maktulun bedenini incelerken sadece ölüm nedenini araştırmıyor. Kurbanı öldürdüğü söylenen şey her neyse, ona ait büyük küçük tüm verileri de doğrulamaya çalışıyor, bunlara kendi bulduğu verileri ekliyor. Örneğin olası bir mücadele esnasında maktulun bedeninde kalmış olabilecek ezikler, tırnak izleri, maktulun tırnaklarının içinde katilin deri konusundan parçacıklar, başkasına ait taze salya, kan vs. pek ala olayın kaza değil cinayet olduğunu ele verebiliyor.

Elbette bunlar, katilin o esnada düşünebileceği şeyler değil. Silahlı saldırı ile öldürülmüş birinin bedenine kurşunun hangi açıdan, ne kadar hızla, ne kadar mesafeden, birkaç kurşun sözkonusuysa, ne kadar aralıklarla girdiği kolayca tespit edilebiliyor. Üstelik bunlar basit şeyler ama yine de cinayet anında pek az katilin aklına tırnakların içini temizlemek, kendi saçlarından dökülen kepeği toplamak, eldivenle su içtiği bardaktan salyasını temizlemek geliyor. Bir mikron deri ya da salya, DNA testi yardımıyla pek çok durumda katilin neredeyse tüm profilini ortaya çıkarıyor.

Katil kurbanını öldürdüğü anda örneğin hipostasisin konumunu ayarlamak şöyle dursun, ne olduğunu bile bilmez. Öldürür, cesetten kurtulur ve kaçar. Halbuki hipostasis çok önemli bir ipucudur; birisi öldüğünde kan basıncı düşer ve bedendeki kanın önemli bir bölümü yerçekimi marifetiyle bedenin yere yakın kısmında toplanır. Bu da ölüm anında bedenin pozisyonunu, cesedin bulunan yerde öldürülüp öldürülmemiş olduğunu belli eder. Ceset bulunduğunda sağ yanına yatıyor ama hipostasis sol yanında toplanmış ise maktulun taşındığı ortaya çıkar.

Ayrıca cesedin yerle temas ettiği tarafında üstüne yapışmış bulunan toprak ve tozlar, mikroskobik farklılıklar gösteren bileşenler olduğu için cinayetin işlendiği mekan da anlaşılabiliyor. Zira kırsal kesim bile olsa toprak bileşenleri incelenerek cinayet yerinin neresi olabileceği aşağı yukarı tespit edilebiliyor.

DELİLLER YOK OLMUYOR
Polisiye romanlarda rastladığımız, delilleri asitle yoketme fantezisi de pek doğru sayılmaz. Çünkü plastik ve yağ türevleri başta olmak üzere pek çok bileşik asitte erimez. DNA testi ile kolayca tespit edilebilen maktul özellikleri, bu dış delillerin yardımıyla birleşince neredeyse ortaya maktulun mesleğini bile belli eden sonuçlar çıkabiliyor.

Katilin kim olduğunun tespitinde en zorlanılan cinayet silahlarından biri zehir. Zira kurban yaşama gözlerini yumduğu anda katili kilometrelerce uzaktaki akrabasının evine çoktan varmış olabilir.

Gerçek hayatta rastlanan en son ‘ileri teknoloji’ zehirleme vakası, gizli bilgileri Batı istihbaratı ile paylaşan eski KGB elemanı Alexander Litvinenko'nun zehirlenerek öldürülmesiydi. Zehirin tespiti günler aldı çünkü polonyum-210 ilk kez bu şekilde kullanılıyordu.

Ancak katilin bilmediği ya da atladığı şey, polonyum-210’un da pek ala onu ele verebileceğiydi. Bu maddenin bıraktığı alfa radyasyonu, çok küçük miktarlarda da olsa tespit edilebiliyor ve katilin izi bu şekilde sürülebiliyor; ne zaman maktulun yanında olabileceği, ne zaman ayrıldığı, yiyeceği ya da içeceğine maddeyi ne zaman ve ne miktarda koyduğu, hangi kapıdan girip nereden çıktığı, arabasını nereye ve ne zaman parkettiği, oradan ne zaman ayrıldığı, ya da metroya hangi istasyondan ne zaman bindiği gibi pek çok şaşırtıcı veri buradan bulunabiliyor.

Kısacası polisiye edebiyattaki o ‘kusursuz’ cinayet bugünkü teknolojik takip yöntemleri karşısında imkansız görünmekte. DNA izi zor bulunan bir katil bunu bilse bile, onun dışında binlerce değişkeni de aynı anda hesaba katmak zorunda. Zira adli bilimin yararlandığı ipuçlarının sayısı o kadara arttı ki, sadece tek bir hata bile katili ele verebiliyor. Dolayısıyla ‘kusursuz’ cinayet planlayan birinin kurtulma umudu tek bir şeye bağlı: Bıraktığı izleri göremeyecek kadar gevşek bir adli tıp departmanına denk gelmesi!

 

Yeryüzünde İlk Cinâyet

KAYNAK: http://nebilersilsilesi1.darulerkam.altinoluk.com/hazret-i-adem-aleyhisselam-2/yeryuzunde-ilk-cinayet/

Bu buluşmadan sonra Âdem -aleyhisselâm- ile Havvâ vâlidemiz, Allâh’ın emriyle bugünkü Mekke şehrinin olduğu yeri vatan edindiler. Bundan dolayı Mekke şehrinin bir adı da Ümmü’l-Kurâ, yâni yerleşim bölgelerinin merkezidir. Burada insanlar çoğalmaya başladı. Bu kadar çabuk çoğalmanın hikmeti, Havvâ vâlidemizin bir batında birden çok çocuk dünyâya getirmesiydi. Bir batında doğan çocuklar kardeş olurlardı ve birbirleriyle nikâhları harâmdı. Ancak diğer bir batında doğanlarla evlenebiliyorlardı.

Kâbil, aynı zamanda ve aynı batında doğan kız kardeşini almak istedi. Hâbil ise, bunun şerîate uygun olmadığını, diğer zamanda doğan kardeşlerinden birini alması gerektiğini ihtâr etti. Kâbil, bu îkâzı dikkate almayarak, kendisinin yaptığı fiilin doğru bir davranış olduğu iddiâsında ısrar etti. Bunun üzerine Hâbil, burada kimin doğru hareket ettiğinin anlaşılması için Allâh’a birer kurban adamalarını kardeşine teklif etti.

O zamanlar kurban, herkesin mesleği îcâbı, elinde bulunan maldan verilirdi. Kurban verilen bu şeyler, bir dağ başına konur, bir müddet sonra gidip bakıldığında; gökten inen ateş tarafından yakılarak ortadan kaybolan kurban, Cenâb-ı Hak tarafından kabûl edilmiş olurdu.

Hâbil’in koyun sürüleri vardı. Kurban vermek için, içlerinden en semiz ve gösterişli olan bir koçu seçti. Kâbil ise, ziraatle uğraşırdı. O da, cılız buğdaylardan oluşan bir demeti kurban olarak ayırdı.

Hâbil ile Kâbil, bir müddet sonra bıraktıkları kurbanları tedkîk için gittiler. Hâbil’in kurban ettiği koç, kabûl edilmiş; Kâbil’in cılız buğday demeti ise, olduğu gibi duruyordu. (İbn-i Sa’d, I, 36) Kâbil öfkelendi. Âyet-i kerîmede buyrulduğu vechile kardeşi Hâbil’i katletti:

 “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini hakkıyla anlat: Hani birer kurban takdîm etmişlerdi de birisinden (Hâbil’den) kabûl edilmiş, diğerinden (Kâbil’den) ise, kabûl edilmemişti. (Kurbanı kabûl edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden):

«–And olsun, seni öldüreceğim!» dedi. Diğeri de:

«–Allâh ancak takvâ sâhiplerinden kabûl eder.» dedi (ve ekledi:)

«–And olsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için elimi uzatacak değilim. Ben âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan korkarım. Ben (şu kötü fiilinden dolayı) istiyorum ki, sen, hem benim günâhımı, hem de kendi günâhını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zâlimlerin cezâsı işte budur!»49

Nihâyet nefsi onu (Kâbil’i), kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden oldu. Derken Allâh, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kâtil kardeş): «–Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım!» dedi ve pişmanlık duyanlardan oldu.” (el-Mâide, 27-31)

Bu kıssada vahyin nûruyla aydınlanmış olan bir akıl ile nefsin sultasından kurtulamayıp bundan mahrum kalan aklın mukâyesesi yapılmakta ve bunların yol açtığı neticenin canlı bir misâli sergilenmektedir. Aklın, vahyin içinde bir değeri vardır. Vahyin hizmetinde olan ve onu rehber kabul eden bir akıl, hikmetlere vâkıf olur. Vahyin yol göstericiliğinden mahrum olan akıl ise insanı nefsin âfetlerinden koruyamaz. Akıl, her türlü gâye için kullanılabilen keskin bir bıçak gibidir. Dileyen onunla ekmek keser, dileyen de onunla cinâyet işler. Nitekim Kâbil’in aklı, vahyî bilgiye muhâlefet ettiği için kendisini dalâlete (sapıklığa) götürmüş ve âhiretini mahvetmiştir.

Takvâ ve ihlâstan mahrum kimselerde akıl, hem kendilerine, hem de başkalarına karşı o kimsenin zulmünü artırır. Kâbil misâlinde olduğu gibi, kardeşini katletmeye kadar gidebilir. Akıl nîmetini vahyin istediği istikâmette kullanarak Kâbil’e nasihatte bulunan Hâbil ise, ihlâslı bir kul olduğu için Allâh korkusuyla hareket etmiştir.

Kıskançlık ve hased hastalığına yakalananlar, kendi üzerindeki nîmeti görmeyip dâimâ başkalarının elindeki nîmetlere göz dikerler. Nefsin kötü sıfatlarından olan kıskançlık ve hased kimin üzerinde hâkimiyet kurarsa, ona her türlü kötülüğü yaptırır. Hattâ bu kişi, kardeşini bile öldürmekten çekinmez. Hased ve kıskanç kişiler, ilâhî takdîre râzı olmazlar. Bunun neticesinde, dünyâda rezîl ve rüsvây olarak büyük bir vicdân azâbı ve pişmanlığa dûçâr olurlar. Onlar âhirette de acıklı bir azâb ile karşılaşacaklardır. Bu hastalığın çâresi, yine nefsi terbiye ve tezkiye ederek, nefs-i emmâreden nefs-i mutmainneye ulaşmak ve bilhassa Allâh’ın verdiğine râzı olmak ile mümkündür.

Kâbil ile Hâbil’in kişiliklerinde melek ile şeytan arasındaki zıtlığı andıran bir kutuplaşma vardır. Kâbil, şeytan gibi kendi noksanlığını muhâtabında ararken; Hâbil, bir melek gibi davranıp nefsânî endişelere kapılmamış, îtibârını kaybetmekten ve öldürülme tehdîdinden korkmamış, sâdece Allâh korkusuyla hareket etmiştir. Yâni onlardan biri şeytan gibi hatâsında diretmiş, diğeri ise Allâh’a yönelmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm bir insanın haksız yere öldürülmesinin ne kadar büyük bir cinâyet olduğunu ve bir insanı ölümden kurtarmanın ne kadar hayırlı bir amel olduğunu şöyle beyân eder:

 “Bundan dolayıdır ki İsrâîloğulları’na şöyle yazmıştık: «Kim bir kimseyi bir cana mukâbil veyâ yeryüzünde çıkardığı bir fesat sebebiyle olmaksızın öldürürse, o takdirde bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir insanın hayatını kurtarırsa, o da bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir…” (el-Mâide, 32)

İnsanlık târihinde, ilk defâ meydana gelen bu adam öldürme ve kardeş kanı dökme hâdisesi hakkında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Zulmen öldürülen her insanın kanının (günâhından) Âdem’in ilk oğluna da mutlakâ bir pay ayrılır. Çünkü o insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.” (Buhârî, Enbiyâ, 1; Müslim, Kasâme, 27)

Yine Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:

“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevâbı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevâbından da kendisine verilir. Fakat onların sevâbından hiçbir şey eksilmez. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günâhı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günâhından da ona pay ayırılır. Fakat onların günâhından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Zekât, 69; Nesâî, Zekât, 64)

Bu hadîs-i şerîf de gösteriyor ki; kim bir hayra delâlet ederse, kendisinden sonra devâm eden o hayırdan; kim de bir şerre sebep olursa kendisinden sonra teselsül edecek o şerden hisse alır.

İmâm Gazâli’nin İhyâ’sında şöyle güzel bir söz yer almaktadır:

“Ölen ve kendisi ile birlikte günahları da ölen kimseye ne mutlu! Öldüğü hâlde günahları yüzlerce sene devâm eden tâlihsiz kimseye ise yazıklar olsun.”

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“İleride öyle fitneler olacak ki, o vakitte oturan kimse ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacaktır.”

Sa’d bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Adam evime girip, öldürmek için elini bana uzatsa ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?” deyince, Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Âdem’in oğlu (Hâbil) gibi ol!” buyurmuştur. (Tirmizî, Fiten, 29/2194)

İslâm dîni, beş husûsun muhâfaza ve müdâfaasını emretmiştir. Bunlar: Can, akıl, din, nesil ve maldır. Kişi, bunlara yapılan herhangi bir taarruza karşı gerekli mücâdeleyi yapmalıdır. Fakat, bu mücâdeleyi yaparken dînimizin gösterdiği yolu tâkip etmelidir. Ancak şu var ki, zâlim veya mazlum olma durumunda kalınca Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi istikâmetinde, zâlim olmayı değil, mazlum olmayı tercih etmelidir.

Hâbil öldürüldükten sonra Allâh Teâlâ Hazret-i Âdem ve Havvâ’ya Şit -aleyhisselâm-’ı vermiştir. Şit, kelime olarak “Allâh’ın hîbesi, hîbe ettiği şey” mânâsına gelmektedir. Hazret-i Şit -aleyhisselâm-, Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçmeyen peygamberlerden biri olup, kendisine 50 sahife indirilmiştir. Vefâtı sırasında Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-, Şit -aleyhisselâm-’ı yanına çağırmış, ona gece ve gündüz saatlerini, o saatlerde yapılacak ibâdetleri öğretmiş ve Tûfan’ın vâkî olacağını haber vermiştir.

Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- Cuma günü vefât etmiş, melekler gelip onu yıkamış, kefenlemiş ve sonra da defnetmişlerdir. Bin sene veya 930 sene yaşadığı rivâyet edilir.

AYRICA MERAKLISI İÇİN http://www.trutv.com/library/crime/

HAKKINDA  
 

HİZMETÇİLER


CLAIRE : SELİN TÜRKMEN

SOLANGE : BERNA ADIGÜZEL 

HANIMEFENDİ : ÖZGE O'NEILL 
 
_________________________

Yazan: Jean GENET

Çeviren: Salah BİRSEL 

Ortak Reji Çalışması

Dramaturg: Sinem ÖZLEK

Dekor: Cihan AŞAR

Kostüm: Onur UĞURLU

Işık: Murat İŞÇİ

Müzik: UTKU AKINCI


Süpervizör: Engin ALKAN
_________________________


 İLK GÖSTERİM: 21 EKİM 2009  



 
İLETİŞİM  
 
 
Bugün 3 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol