EDEBİY AT İLE FELSEFE İLİŞKİSİ ÜZERİNE
Doç. Dr. Ali Osman GÜNDOGAN*
İnsanın düşünce ve yapıp-etmeleriyle ilgili faaliyetlerini üç temel
başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar; felsefe, sanat ve bilim olarak
adlandırılabilir. Genel olarak, tarih boyunca insanlığın başarıları da
bu üç alanda kendisini göstermiştir, denilebilir. İnsanın düşünce ve yapıpetmeleriyle
ilgili diğer alanlar ise doğrudan veya dolaylı bir şekilde bu üç
alanla ilgili olarak bulunurlar. Kaynağı vahiy olan din ise, insani olanı
aşan ve kaynağında ilahi olan bulunduğu için insani faaliyet alanlarından
ayrılır. Ancak dinin felsefe ve sanatla olan ilişkisinin olduğunu da belirtmek
gerekir. Hatta her dinin bir felsefesi ve sanat anlayışı vardır. Her toplumda
da ya bir felsefe ya bir din ya da her ikisi birlikte bulunur. Zaten
her dinde muhakkak surette bir felsefe gizlidir. Özellikle ilahi dinlerin dışında
ve kaynağı daha çok toplum olan dinlçrin felsefeyle olan ilişkisinin
boyutu çok daha yoğundur. Ancak bütüncül bir bilgiye ulaşmak isteyen
bilgi dostu bilimden, sanattan, dinden, ahlaktan hem faydalanmak hem de
bütün bu alanlara etkide bulunmak durumundadır. Felsefe ile yakın ilişkisi
bulunan disiplinlerden biri de sanattır. Edebiyat da güzel sanatların bir
türüdür ve bu özelliğiyle de felsefeden ayrılır. Felsefe ile ilgili ilk düşünce
kırıntılarının dini metinlerde, trajedilerde, efsanelerde bulunduğu gerçeği
ve 20. asırdaki felsefi roman türünün gündeme gelişi dikkate alınacak
olursa, felsefe ile edebiyat arasında önemli bir ilişkinin bulunduğu
düşünülecektir. Ama bu ilişki, felsefeyi edebiyata, edebiyatı da felsefeye
indirgeyici olmamalıdır.
Felsefe ile edebiyat arasında bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, eğer
böyle bir ilişki varsa bu ilişkinin niteliği, bu ilişkinin tarafların varlığını
tehlikeye atıcı olup olmadığı konularında doğru bir kanaate ulaşabilmek
için felsefi olanla edebi olanın özelliklerinin bilinmesi gerekir. Bu özellikler
bilindikten sonra, söz konusu özelliklerin aynı eserde birlikte bulunmalarının
mümkün olup olmadığı tartışılmalıdır.
* Atatürk Üniversitesi Felsefe Doçenti.
196 ALİ OSMAN GÜNDOGAN
Felsefe tarihine baktığımızda, pek çok filozofun aynı zamanda edebi
bir tarzı kullandıkları görülür. ilkçağ filozoflarından bazıları görüşlerini
şiirler şeklinde dile getirmişler ve aynı zamanda ozan olmuşlardır. Platon,
Sı. Augustine, Schopenhauer, Nietzsche aynı zamanda büyük edebiyatçılardır.
Russel, Camus, Sartre Nobel Edebiyat Ödülünü almışlardır. Ama
bazı çok iyi filozoflar da vardır ki, bunlar kötü yazar olmuşlardır. Örneğin
Aristoteles, Kant gibi isimler çok iyi filozof olduklları halde, kullandıkları
dil bakımından iyi yazar değillerdir. Bu örnekler bize şunu göstermektedir:
İyi bir filozof olmak için iyi bir edebiyatçı olmak şart değildir. Yine
'!oynışekilde, iyi bir edebiyatçı olmak için de filozof olmak şart değiJcijr;
Oyleyse bir filozofu filozof, eserini de felsefi yapan edebi ve estetik değerlerin
dışında başka değerlere ve özelliklere ihtiyaç vardır. Bir edebi
eser de bir düşünüşün eseridir ama her düşünüş felsefi olmadığından dolayı
bir düşünüşün felsefi olabilmesi için bir takım fikri inşa gereklerine
ve felsefi temellendirmelere uygun olması gerekmektedir. Bundan ötürü
de eğer bir edebi eser bile, bu fikri inşa gereklerine uyuyorsa, o eserin
aynı zamanda felsefi olabileceği yönünde bir kanaate sahip olabiliriz.
Çünkü böyle bir eserde fikir zevke indirgenmemekte, zevk fikrin anlatımı
için daha büyük bir kolaylık sağlamaktadır!. Bir düşünüşün felsefi olabilmesi
için reflexif olma, mantıksal ve tutarlı önermelerden meydana
gelme, varolan karşısında bir tavır alışı dile getirme, eleştirelolma ve en
yüksek genellik derecesinde bir bilgi arayışına yönelme gibF hususların
yanında felsefi sayılabilecek bir soru etrafında vücut bulması, sistematik
olması, varlık kavramı etrafında merkezileşme, felsefe tarihi çerçevesinde,
belli bir problematik devamlılık içerisine oturtulabilmesi gibi3 fikri
inşa gereklerine de ihtiyaç duyulmaktadır.
Yukarıda bahsedilen özelliklerin bütünü dikkate alındığı zaman,
bütün bunların bir edebi eserde bulunabileceğini kabul etmek oldukça
güçtür. Ama "aynı zamanda felsefi olarak önemli sayılacak yazın açısından
daha geniş bir görüşü kabul etmek de olanaklıdır"4. Bu bakımdan felsefi-
edebi diye adlandırabilecek tezli romanlardan bahsetmek mümkündür.
Nitekim Kafka, Camus, Sartre, Dostoyevski, Simone de Beauvoir
gibi yazarların eserleri "tezli romanlardır ama tezi, tam olarak felsefenin
kavramlarını kullanmadan ortaya koyarlar"5.
1. Kenan Gürsoy, "Felsefe ve Edebiyat", Felsefe ve Sanat Sempozyumu, (İstanbul:
Ara Yayıncılık, 1990), s. 72.
2. Ali Osman Gündoğan, "Filozof ve Felsefe Hakkında", Felsefe Dünyası, (Ankara:
Türk Felsefe Derneği Yayını, Aralık 1993), Sayı: lO, s. 42.
3. Gürsoy, a.g.m., s. 71-72.
. 4. F~ederick Copieston, Felsefe Tarihi, C.9, (Çağdaş Felsefe), çev., Aziz Yardımlı,
(Istanbul: Idea Yayınları, 1990), s. 77-78.
5. Ali Osman Gündoğan, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, (Erzurum:
Birey Yayıncılık, 1995), s. 46.
EDEBİY AT İLE FELSEFE İLİşKİSİ ÜZERİNE 197
Her edebi eser bireysel bir çabanın ve herşcyden önce dc sübjektifliğin
eseridir. Edebiyatta gerçekliğin anlatılmasının, tasvir edilmesinin ya
da bunların inkarının veya hayal ürünü birşeyin ifadesinin tek vasıtası kelimedir.
Belki de edebiyatı .diğer sanat türlerinden (resim, müzik gibi) ayıran
en önemli taraf budur. Işte acaba edebiyatı sübjektif yapan bu özelliği
midir? Felsefe de vasıta olarak kavramları kullandığına göre, felsefede de
bir sübjektiflik ortaya çıkacak mıdır?
Hem edebi eser, hem de felsefi eser bireysel bir çabanın ürünüdür.
Ama edebi eserde üsıap, estetik zevk önemli olduğu için esere yazarın
üsıabu, estetik zevk anlayışı yansıtmakta ve yazarın şahsiyeti eserde bulunmaktadır.
Felsefi eserde ise, amaç estetik bulunmaktadır. Felsefi eserde
ise, amaç estetik zevk olmadığı için kullanılan dil soyut ve kuru bir
dildir ve dolayısıyla da akıl yürütme ve mantıksal çözümlemelerle doludur.
Edebiyat, kavram analizlerinden uzaklaşarak, olayları somut bir hale
sokmak suretiyle, felsefenin soyutluğunu ve kuruluğunu giderir. Bir felsefi
eser de filozofun eseri olmasına rağmen, bireyselliği aşan bir konuma
sahiptir. Ancak bireyselliğin aşılması, o eseri başka bir filozofun da yazabileceği
anlamına gelmez. Nasıl ki, Karamozof Kardeşler'i Dostoyevski'den
başkası yazamaz idiyse, Pratik Aklın Eleştirisi'ni de Kant'tan
başkası yazamazdı. Bu bakımdan sanat eseriyle felsefi eserin konumları
ve sahip oldukları bireysellik ve sübjektiflik durumları arasında fark yoktur.
Ama felsefi bir eser, evrenselleştirilebilen bir muhtevayla karşımıza
çıkar. Kant'ın insan aklını tenkit ve tahlile tabi tutuşu, sadece bir bireyin
aklını tenkit ve tahlile tabi tutuş dcğildir. Oysa bir romanda ele alınan bir
bireyin yaşam ve düşünceleridir ve ele alınan olaylar belli zaman ve
mekiinla sınırlıdır. Bu romana da büyük oranda yazarın kişiliği yansımıştır.
Felsefi eserin konusu ise, zaman ve mekanla sınırlı kalmayıp, yazarın
kişiliğinden bağımsız olmak durumundadır. Bir bakıma felsefe, tıpkı
bilim gibi gayri şahsi olmak zorundadır. Ama bu ne derece mümkün olabilir?
Nitekim Vemeaux, "filozofun bireyliliğinin, kendi felsefesine işaret
etmesi, sadece bir olgu (fait) değil, bir haktır"6 der. Ancak felsefedeki
sübjektiflik ile edebiyattaki sübjektiflik birbirinden farklıdır. Çünkü felsefede
konu ve sorular bellidir ve uzun bir felesefe tarihi, bütün bu soruları
evrensel tarzda çözme çabası gibi görünmcktedir. Soruların objektifliği,
filozofu bir anlamda kendisinden çıkarır ve dolayısıyla filozof kendisini
anlatmaz. Çünkü o, soruya bağlıdır. Oysa sanatçı ya da edebiyatçı için ortada
çözülmesi gereken hazır sorular yoktur. Murdoch'un da dediği gibi,
"O kendi sorularını kendisi yaratmak zorundadır"?
Edebiyat ve felsefenin anlatım aracı olarak kelimeleri kullanmaları,
aynı dili kullanmaları anlamına gelmez. Çünkü edebiyat, bir sanat türüdür
6. Roger Vemeaux, Egzistansiyalizm Üzerine Dersler, çev., Murtaza Korlaelçi,
(Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1994), s. 145. .
7. Iris Murdoch, "Felsefe ve Edebiyat" Bryan Magee, Yeni Düşün Adamları Içinde,
çev., Uygur Kocabaşoğlu, (İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1979), s. 418.
198 ALİ OSMAN GÜNDOGAN
ve zevk içindir. Bundan dolayı da edebiyatta dil gösterişli olabilir. Edebiyat,
pek çok kişiye hitap eder ve hitap ettiği kişileri düşündürmekten ziyade
eğlendirmeyi ve onlara edebı-estetik bir zevk vermeyi amaçlar. Eğlendirmenin
ve edebı-estetik zevk vermenin bir tek yolu olmadığı için de
"tek bir edebı tarz ya da ideal bir tarz yoktur"8. Ama felsefe için ideal bir
felsefi tarz olmalıdır. Çünkü felsefe açık, anlaşılabilir bir dil kullanmalıdır.
Filozof, anlatmak istediğini sade ve en açık bir şekilde dile getirir. Bu
bakımdan filozof için düşünceyi anlatmanın tek bir yolu vardır, o da felsefi
te~~llendirme yoludur. Oysa edebiyatçı için birden çok yol sözkonusudur.
Oyleyse bilim ve felsefe eserleri kişisellik dışında bazı ölçütlere
bağlıdır. Ama bir romancının belli bir edebi kişiliği vardır ve okuyucu bir
romanı okuyarak yazarın kişiliği hakkında önemli ipuçları elde edebilir.
Halbuki Aristoteles ya da Kant'ın eserlerini okuyan ise bu filozofların kişiliği
hakkında hiçbir bilgi elde edemez. Bütün bu hususlar edebiyatı sübjektif
kılmakta, felsefeyi ise sübjektifliğin dışında tutmaktadır.
Deleuze ve Guattari'ye göre felsefe, "kavramlar oluşturmak, keşfetmek,
üretmek sanatıdır"9. Filozof, kavramlarla düşündüğünden dolayı
yeni kavramlar üretebilmek için de kavramları kullanmak zorundadır. Bu
bakımdan hemen her filozofun kavramsal bir kişiliği vardır. Sanatçı ise,
"duygulam ve algılamlar aracılığıyla düşünür"'o. Filozofta karşımıza
çıkan kavramsal kişiliğe bazı romancılarda da rastanır ama romancılar, bu
kavramsal kişilikleri mantıksal temellendirme yoluna gidemezler ve yeni
kavramlar üretemezler. Onlar bu kavramsal kişilikleri romanesk, şiirsel,
resimsel, müzikal gibi başka çabalarla yürütmeye çalışırlar ve dolayısıyla
da onlar "yarı yarıya filozofturlar"I!.
Felsefi bir eser, bilgi veren, ele aldığı konuyu derinliğine inceleyen
ve mantıksal bir akıl yürütme zinciri içerisinde irdeleyen bir eser olduğu
için onda önemli olan içeriktir. Edebi eser ise içerik~en ziyade biçime
önem verir. Felsefi eser soyut, edebı eser ise somuttur. Insan hayatı, onun
varoluşl.! ve özgürlüğü gibi konular, felsefenin soyut diliyle anlaşılır kılınamaz.
Işte bu durumda sanat devreye girer ve felsefeye somutluk kazandırır.
Bu türlü eserlerde hem biçim, hem de içerik birlikte önem kazanır.
Gerçi edebiyat eleştirici arasında biçim mi yoksa içerik mi önemlidir sorusu
tartışmalı~ır ama içerik biçimin önüne geçerse, o eser edebi olmaktan
uzaklaşır. Ozellikle biçimcilere göre, "eseri sanat eseri yapan biçimi
(yapısı)dır. Eserin felsefi derinliği, önemi, hiçbir zaman sanat ölçütü olamaz,
çünkü eseri iyi bir sanat eseri yapamaz"ıı. Zaten sanat, sadece bilgi
8. A.g.m., s. 41 i.
9. G. Deleuze ve F. Guattari, Felsefe Nedir? çev. Turhan Ilgaz, (İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları, 1993), s. ıı.
ıo. A.g.e., s. 64.
1i. A.g.e., s. 65. ıı. Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, (İstanbul, Cem Yayınevi,
1994), s. 154.
EDEBİY AT İLE FELSEFE İLİşKİsİ ÜZERİNE 199
vermek amacına yönelir ve estetik heyecan ve zevkten uzaklaşırsa, o angaje
bir sanat durumuna düşmez mi? Burada şu sorular gündeme gelmektedir:
Sanatçı bağlanmalı mıdır? Sanat toplum için midir yoksa sadece
sanat için midir?
Sanatçı bir filozof olarak değerlendirilen ve edebı-felsefi diye nitelendirebileceğimiz
tarzda eserler veren Albert Camus, yapmış olduğu bir
konuşmada, yukarıda ele alınan soruları cevaplandırmaya çalışır. Ona
göre, "sanat için sanat, yani bir sanatçının yalnız kendi kendini eğlendirmesi,
sahte ve soyut bir toplumun sanatıdır. Mantıki sonucu, salon edebiyatıdır
bunun, ya da gerçeğin yıkılışı demek olan güzeııaımdılar ve soyut
fikirlerdir"13. Sanat, sanat içindir görüşünü, sanatçının kendi kendisiyle
bir konuşması olarak değerlendiren Camus, sanatın toplumla olan ilgisine
dikkati çeker ama sırf toplumla iç içe olunacak diye de sanatın bir ideolojinin
propagandasını yapmasını kabul etmez. Sanatçının bağlanmasının,
sanatı uşaklık seviyesine indireceğini düşünen Camus, bu duruma örnek
olarak sosyalist sanatı gösterir. Öyleyse sanat ya da sanatçının amacı ne
olmalıdır? Ona göre sanatın amacı, anlamaktır. Sanatçı, çağını ve çağının
gerçeğini anlamaya çaba göstermelidir. Dolayısıyla sanatçının çağının
gerçeğinden kaçması mümkün değildir. Gerçeği yakalamak isteyen sanatçı,
kendi bireyselliği içinde kalmamalı, kendi bireysel evreniyle bütün bir
insanlık evreni arasında bağlantılar kurmalı ve kendini ifade ederken evrenseli
de ifade etmelidir. Felsefe ile sanat ve özellikle edebiyat arasındaki
ilişki bu noktada ortaya çıkmakta ve felsefenin soyut kavramlarıyla ifadesi
güç olan dolaysız insan yaşantıları edebiyatın anlatımı ile somutluk
kazanmaktadır.
Absurde ve başkaldırı felsefesinin temsilcisi olan Camus'ye göre
sanat, bilhassa roman, bir başkaldırı düşüncesini ifade etmelidir. İnsan bilinci
ile dünya arasında mantıksal bir bağlantı yoktur ve insan kendi kaderini
ölümden ötürü sonuna kadar yaşayabilecek bir varlık değildir.
Ölüme, absurde ve dünyanın akla aykırılığına başkaldırı, insanan yaşayabileceği
bir hayat özlemi ve kaderini sonuna kadar tüketebileceği bir
ömür, kendisini romanda gösterir. Bu bakımdan sanat, gerçekle ilgili olmakla
birlikte gerçeğe karşı bir isyandır ve bu isyan en iyi ifadesini romanda
bulur. Böyle bir isyan ya da bireyin sonuna kadar tüketebileceği
somut bir hayat, felsefenin diliyle anlatılamaz. Böyle bir hayatı anlatabilecek
olan sanat, "yaşayan varlığın, yaşadığı için ve yaşadığı zaman boyunca
sonsuz avukatıdır"14. Bir ideolojiye bağlanmış olan bir sanatçı, bu
avukatlığı yapamaz.
13. Albert Camus, Sanatçı ve çağı. çev., Yıldırım Keskin, (Ankara Bilgi Yayınevi,
1965), s. 31.
14. A.g.e., s. 46.
ZOO ALİ OSMAN GÜNDOGAN
Camus gibi edebı-felsefi eserler veren, ateist varoluşçuluğun Fransa'da
temsilciliğini yapan Jean-Paul Sartre'a göre ise sanatçı bağlanmalıdır.
Sartre burada nesir ile şiir arasında bir ayrım yapar ve şairin bağlanmasını
yasaklar. Bunun sebebi ise şudur: Nesir yazarı okuyucüya
klavuzluk yapar, ona yol gösterir ve her söz, her şeye işaret eder. Şairin
dili ise, araç-dil değildir. "Şairler konuşmaz; susmaz da ...(onlar), sözcükleri
birer im değil, birer nesne gibi gören tutumu seçmiştir"ls ..
Sartre'a göre nesir, "özü gereği yararcıdır"16. Nesir, söz üzerine kurulduğu
için bir şeyler anlatır. Edebiyat, kendi özerkliğinin bilincine varmaz,
bir ideolojinin boyunduruğu altına girerse, yani herhangi bir kayda
ve şarta bağlanmadan, bir ama. olmaktan ziyade bir araç durumuna düşerse,
kendine de yabancılaşır. Oyleyse Sartre'a göre de, tıpkı Camus'de
olduğu gibi sanat, bir ideolojinin egemenliği altına girmeden başkalarına
bir şeyler anlatmalıdır. Camus'de bir başkaldırı sanatı, ideal sanat olarak
ortaya çıkarken; Sartre'da ise kendi bilincine varmış bir edebiyat söz konusu
edilmektedir. Acaba edebiyat hangi durumda kendi bilincine varacaktır?
ona göre "sınıfsız, diktatöryasız ve donuklaşmamış bir toplumda,
edebiyat kendi bilincine varacaktır"17. Bu duruma ulaşmış bir edebiyat,
"somut evrensel varlığı somut evrensel varlığa anlatmak"18 amaç ve görevini
yerine getirerek, insanı özgürlüğün gerçekleşmesine de hizmet edecektir.
Dikk.~t edilecek olursa, Sartre'a göre yazar, başkalarına bir şeyler
anlatandır. Oyleyse yazar, başkalarına anlatacak kadar değerli birşeyleri
olanlardır. Yazar, başkalarına bir şeyler anlatırken, dünyanın görünüşünü
örten perdeleri kaldırmak ve dünyaya karşı bir tavır almak durumundadır.
Yazar, bu tavır alış esnasında dünyayı reddetmektc ve onu değiştirmek istemektedir.
Dikkat edilecek olursa Sartre, sanat sanat içindir, kaygısını gütmeyen
bir edebiyat görüşünü savunmaktadır. O, temsilcisi olduğu varoluş felsefesinin
mahiyeti gereği angaje bir edebiyatı seçmek durumundadır. Ama
bu angaje olma hali, edebiyatı kendisine yabancılaştırmamalıdır. Acaba
varoluş felsefesinin mahiyeti neden bir angaje edebiyatı gündeme getirmektedir?
Her şeyden önce, edebiyattaki anlatım biçimlerinden biri olan
ve en güzel örneklerini romanda gördüğümüz nesirin "gerçekleştirilen, ya
qa iletilen felsefeyle (varoluş felsefesiyle) bir bütünlüğü sözkonusudur"19.
Adeta felsefe, roman anatımıyla asıl mesajını iletebilmektedir. Çünkü
edebiyatla felsefe arasındaki ilişki en yoğun şekilde varoluşçuluk sözkonusu
olduğu zaman ortaya çıkmakta ve bu yoğunluktan ötürü de felsefe
15. Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir?, çev., Bertan Onaran, (İstanbul: De Yayınevi,
1967), s. iZ.
16. A.g.e., s. IS.
17.A.g.e.,s.145.
LS. A.g.e., s. 146.
i9. Gürsoy, a.g.m., s. 74.
EDEBİY AT İLE FELSEFE İLİŞKİsİ ÜZERİNE 201
ile varoluşçu roman özdeşliği bile gündeme gelebilmektedir. Acaba bu
ilişkinin yoğunluk kazanması neden varoluşçulukta gerçekleşiyor? Bunun
nedenini şöyle açıklamak mümkündür: Varoluşçulukta, bireysel insanın
hayatı ve varoluşunun tasvın önem kazanır. Bu tasvir, felsefenin soyut ve
kuru kavramsal diliyle yapılamaz. Burada devreye edebiyat girer. Somut,
sübjektif, şahsi tecrübeleri olan bir varlığın tasvirini somut ve bireysel
olaylan, bireysel insan hayatını ve tacrübelerini en iyi şekilde edebiyat ve
özellikle de roman yapabilir. Hatta varoluşçuluk, "soyutlamayı kullandığı
zaman bile, somut bireylilikte existant'ı (varolanı) açıklamak ve keşfetmektir"
20. Edebiyatın da ulaşmak istediği budur ve böylece de edebiyata
biraz metafizik hakim olur. Meseleye bu açıdan bakıldığı zaman, sübjektiflik,
zaman ve mekan içinde bulunma niteliği taşımayan felsefelerin
edebiyattan uzak oldukları söylenecektir. Söz gelimi Aristocu, Leibnizci,
Descartesçı, Kantçı bir romandan bahsetmek çok saçma olacaktır. Oysa
öz, felsefe tarafından tasvir edilecekse, bunu felsefe adına ancak roman
yapabilir ve bu roman da, tabiatı gereği angaje bir roman olacaktır.
İnsanı salt felsefe tekniğiyle ele almaya çalışan görüşler de vardır.
Sözgelimi rasyonalizm, insanı soyut kavramlarla ve akıl yürütmelerle anlamaya
çalışır. Rasyonalizm, insanı, apriori bir şekilde temellendirmeye
çalıştığı için tasvirden uzaktır ve onun gözünde insan, birey halindeki tek
bir insan değil, insanlıktır. Bu tutumundan ötürü de rasyonalizm, insanı,
mantıksal bir sürecin ürünü olarak görmüş ve onun bireyselliğini ve
şahslliğini yok etmiştir. Oysa varolan insanlık değil, tek tek bireylerdir ve
insanlık bir soyutlamadan 'ibarettir. Nitekim Verneaux'nün belirttiğine
g~re Kierkegaard'ın Hegel'e karşı isyanı, tam da bu noktayı dile getirir:
"Istediğiniz her şeyi boşuna söyleyeceksiniz, ben, sizin sisteminizin bir
mantık! safhası değilim. Ben vanm, ben hürüm. Ben benim, bir bireyim
ve bir kavram değilim. Hiçbir soyut fikir benim şahsiyetimi ifade edemez;
geçmişimi, halimi (şu andaki durumumu) bilhassa geleceğimi belirleyemez,
bilkuvve mevcudiyetimi tüketemez (epuiser). Hiç bir akıl yürütme
beni, hayatımı, yapmış olduğum seçimleri, doğumumu, ölümümü
açıklayamaz. O halde felsefe için yapılacak en iyi bir şey var, o da, evreni
akllleştirmekten (rationaliser) vazgeçrnek, dikkatini insan üzerinde toplamak
ve insanın varoluşunu olduğu gibi tasvir etmektir"21. Objektivizm,
insanı şeyler ar.asında bir şeyolarak görür ve onun bilincini ve sübjektifliğini
yok eder. Idealizm ise, temelde insana ve insan bilincine dayanmasına
rağmen, insanı yaşamış olduğu dünyanın dışına yerleştirir. Hem objektivizm
hem idealizm, insanı, varoluşçuluğun ele almak istediği biçimin
dışına iterler.
Acaba varoluşçu edebiyatın kendi tarzında insanı anlamaya ve tasvir
etmeye çalışması felsefe için yeterli midir? Şurası açıktır ki, felsefe varo-
20. Verneaux, a.g.e., s. 146.
21. A.g.e .. s. 2.
202 ALİ OSMAN GÜNDOGAN
luşçu edebiyata göre daha kuşatıcı ve evrenseldir ve bir şeyin felsefi olması
için varoluşçu edebiyatın tavrı yeterli değildir. Çünkü bu edebiyat,
daha çok bir antropoloji olarak karşımıza çıkarken, felsefe antropoloji ile
sınırlı kalmayıp, kozmoloji ve teolojiye açılmaktadır. Hatta en önemli ve
tartışmalı olan felsefi sorunlar kozmoloji ve teoloji ile ilgili sorunlardır.
Yine varoluşçu felsefe ve edebiyatta karşılaşmadığımız epistemoloji, felsefenin
en önemli problem alanlarından birisidir. Böyle bir durumda şu
soru sorulabilir: Sartre ve Camus gibi yazarlar, felsefenin evrenselliğine
ulaşabilirler mi?
Anlatım aracı olarak edebiyatı seçmiş olan yazarlar, Aristoteles,
Kant gibi filozoflarla karşılaştınldığında, elbetteki felsefenin evrenselliğinden
uzak kalırlar ama felsefenin evrenselliğinden uzak kalmak, felsefenin
dışında kalmak değildir. Hem Camus, hem de S~rtre'ın eserlerinde
hep bir varlık, insan varlığı söz konusu edilmektedir. Insan varlığını tasvir
eden bir yazar, onun içinde yaşadığı dünyayı söz konusu etmeden yani
kozmolojiyi dikkate almadan tasvir işini yapamayacaktır. Camus'de absurde,
dünya ile insan bilinci arasındaki kopuşu, Sartre'da da bulantı, ensoi
yani dünya karşısındaki insanın durumunu ifade etmiyor mu? Ayrıca,
bireysel insan hayatını ele alan bu yazarların eserlerinde, bireyselliğin de
aşıldığını görüyoruz. Nitekim Sisofos'un durumu sadece bir insanın durumu
değil, bütün bir insanlığın durumudur. Bulantı'da da Roquentin, aynı
şekilde bütün bir insanlığı temsil eder. Felsefeci-roman ve piyes yazarları
olarak ta nitelendirilebilecek bu yazarlar, edebiyat ile felsefenin izdivacının
örneklerini gösteren yazarlar olmuşlardır.
Öyle anlaşılmaktadır ki, felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkinin en
güzel örnekleri, varoluşçu edebiyat çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Ama
bu ilişki, sanıldığından daha da geriye gider. Nitekim Yunanlılarda felsefe
ve belagat birbiriyle içiçedir. Söz gelimi Eflatun, metafizik ve politika
sistemini oluştururken dilin güzelliğine ve üsh1ba önem vermiştir. Hatta
Stael'e göre, "Eflfrtun'un metafizik ve politika sistemleri, bu yazarın şöhret
kazanmasına, dilinin güzelliğinden, üsh1bunun asaletinden daha az
yardım etmiştir"22. Ancak Stael'in bu hükmüne katılmak oldukça güçtür.
Çünkü bugün Eflatun denildiği zaman akla ilk gelen felsefesinin temel
kavramı durumunda olan idealar görüşüdür. Ama şu da doğrudur ki,
"Yunan filozoflarının çoğu soyut fikirler üzerinde bclagat sahibi hatip insanlardır"
23.
Eğer bir eser, üslupla birlikte düşünceye de önem veriyorsa, ilerlemeye
katkıda bulunur. Ilerleme, insan aklının ilerlemesidir ve bu da kendini
bilim, felsefe ve sanatta gösterir. Sadece üslubu güzelleştirmek için
22. Mme de Stael, Edebiyata Dair, çev., Safıye Hayat, Yahdi Hatay, (İstanbul Milli
Egitim Basımevi, 1989), s. 70.
23. A.g.e., s. 70.
EDEBİY AT İLE FELSEFE İLİŞKİsİ ÜZERİNE 203
ortaya konulan eserlerin ilerlemeye bir katkısı olamaz. Dolayısıyla edebiyat
da düşünceyi yani felsefe ve bilimi zenginleştirmelidir.
ilk denemelerle, mitoloji ve trajedilerde birlikte başlayan felsefe ile
edebiyat arasındaki ilişki, Aydınlanmadan sonraki dönemde sanata ilginin
artmasıyla daha da pekişmiştir. çünkü egemen olan bazı ideolojilerin sanattan
faydalanmak istemeleri, bilimsellik döneminin yok olmaya başlamasıyla
sanat ve edebiyata kayış ve faydacı akla karşı çıkış sanat ve edebiyata
ilginin artmasının en önemli nedenleridir.
Fransa'da varoşçu felsefe çerçevesinde ömeklendirmeye çalıştığımız
felsefe edebiyat ilişkisi, 20. asır Fransız felsefesine edebı bir geleneğin
hakim olduğunu gösterir. Ama bu durum, o dönem Fransız felsefesinin
bütünüyle edebı olduğu anlamına da gelmez. Hatta Sartre, varoluşçu edebiyatı
Marksizm lehinde kullanmaya çalışmış ve onun bu çabası başarısızlılda
sona ermiştir. Bu durumdan ötürü, Fransa'da belli bir süre edebı
felsefe bir duraksama bile geçirmiştir. Ancak edebı felsefe, özellikle yapısalcı
olan Foucault ve Derrida gibi isimlerle yeni muhtevalar kazanarak
yeniden canlanmayı başarmıştır.
Öyle anlaşılmaktadır ki edebiyat, bir anlatım aracı olarak felsefeye
hizmet etmekte, felsefenin soyut ve kuru kavramsal diliyle anlatılamayanlar,
edebiyat ile anlatılabilmektedir. Artık edebiyat, sadece estetik bir heyecan
uyandırmakla kalmayıp, belli bir düşünceyi de iletebilmektedir.
Felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkinin, kendi kültür tarihimiz açısından
değerlendirilmesinde büyük bir fayda vardır. Çünkü Türk insanının
dünyaya, hayata ve bütün varlıklara karşı aldığı tavır, ince düşünülmüş
ve felsefi bir sistematiğe bürünmüş olmaktan ziyade edebı, destanı
bir tavırdır. Bu anlamda Türk edebiyatı ve folkloru Türk felsefesine göre
daha gelişmiş ve zengin bir durumdadır. Ama edebiyatımızın, folklorumuzun
ürünleri Türk felsefesinin oluşması, gelişmesi ve zenginleşmesi
açısından büyük bir öneme sahiptir. Nasıl ki Camus, Sisifos Efsanesi'nden
absurde felsefesini, Promethe mitolojisinden başkaldırı felsefesini
oluşturma yoluna gidebildiyse; Nietzsche, Yunan mitolojisindeki ApolIon
ve Dionysos tanrılarından ve bu tamılar arasındaki gerginlikten trajedyaya
dayalı bir insan anlayışı çıkarmaya çalıştıysa, biz de kendi destanlarımızdan,
bütün insanlığa sunulabilecek evrensel mahiyette fikirler ortaya
koyabiliriz. Çünkü edebiyatımız, Mevlana, Yunus Emre, Yusuf Has
Hacib, Ali Şir Nevai gibi değerleriyle bu imkanı bize sunabilecek bir durumdadır.